Ege | Konular

Denizli Evliyaları

ABDİL DEDE

Denizli'nin Acıpayam ilçesine bağlı Darıveren kasabasında medfundur. 1071'de Sultan Alparslan'ın Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu'da İslâmiyeti yayan derviş gazilerdendir. Avşar ovasında Bizanslılarla yapılan savaşlarda gösterdiği kahramanlık ve kerâmetleri halk arasında söylene gelmektedir.

AHÎ SİNAN

Denizli velîlerinden. On dördüncü asırda yaşadı. Doğum ve ölüm târihleri belli değildir.

Cömertlik ve misâfirperverliğin timsâli olan Ahî Evran'ın kurduğu ahîliğin Denizli'deki kurucusu Ahî Sinan hazretleridir. Denizli'de doğan Ahî Sinan küçük yaştan îtibâren burada çok iyi bir tahsil ve terbiye gördü. Mert, özü sözü doğru bir kimseydi. Helâl rızık kazanmak için dericilik yapardı. Ahî Evran'la görüşerek ona talebe oldu. Sohbeti ile bereketlendi. Sonra Denizli'de insanların îmânlarının olgunlaştırılmasını ve iş ahlâkının verimliliğinin ve kalitesinin yükselmesini hedef alan ahî teşkîlâtını kurdu. Böylece Denizli'de iyi ahlâklı, çalışkan ve mert insanların yetişmesinde çok büyük rol oynadı.

1333'de Anadolu'yu geçen meşhûr seyyah İbn-i Battûtâ Denizli'ye geldiğindeAhî Sinan hazretlerinin tekkesine indi. Ramazan ayıydı. Berâberce akşam namazını kıldıktan sonra iftarlarını yaptılar. O gece sabaha kadar sohbet edip ibâdet ve zikirle meşgûl oldular. İbn-i Battûtâ, Seyâhatnâmesinde bu ahîler hakkında şöyle demektedir: "Memleketlerine gelen yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içeceklerini, yatacaklarını sağlama, ihtiyaçlarını giderme, onları ahlâksız ve edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara katılanları yeryüzünden temizleme gibi konularda bunların eş ve örneklerine dünyânın hiç bir yerinde rastlamak mümkün değildir."

Gülşehrî de Mesnevî'sinde bunlar hakkında şöyle demektedir:

"Yüz kişi her gece onda sofra yer
Rahmet ol sultân-ı ahî cânına der

Terbiyelerle ahîdür her biri
O ahî ki sahidur her biri

Etmeği çok ve aşı yağlu durur
Hizmet için belleri bağlu durur

Kocalar hizmetle oturmuş durur
Hoş yiğitler kapuda durmuş durur

Elli yıl ben bu aradan gitmedüm
Bir acı söz kimseden işitmedüm."


Vefât târihi bilinmeyen Ahî Sinan hazretlerinin kabri Denizli merkez Deretekke mevkıinde, şimdiki Ahî Sinan caddesi üzerinde "Kocabay" işhanının bulunduğu yerde idi. Ancak işhanının yapımı sırasında inşâat sebebiyle 1968 yılında kaldırılmış olup, bugün nerede bulunduğu tesbit edilememiştir.

AHMED HULÛSİ EFENDİ

Denizli müftüsü ve Millî Mücâdelenin ilk bayraktârı. 1861 (H.1278) yılında Denizli'de doğdu. 1931'de vefât etti.

Dedesi Veli ve babası Osman efendiler de müftü ve müderris idiler. Tahsîlini Denizli Kayalık Müftüler Medresesinde yaptı. Babasından icâzet aldı. Bundan sonra medresede dersler vermeye ve talebe yetiştirmeye başladı. Sonra Denizli Müftülüğüne getirildi. Bu görevde iken Türkiye'nin paylaşılmasını ihtivâ eden Mondros Mütârekesi imzâlanmıştı. Şubat 1919'da Paris'te bir araya gelen Îtilâf devletleri temsilcileri Balıkesir, Aydın ve İzmir'i Yunanistan'a vermeyi kararlaştırdılar. Bu gelişmeler üzerine Nûreddîn Paşa, bölge ileri gelenleri ve din adamları liderliğinde, İzmir Müdâfaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyeti adı altında bir teşkilât kurdu. Bir kongre toplanmasını kararlaştıran cemiyet, Balıkesir, Aydın ve Denizli livâlarından delege gönderilmesini istedi. Denizli'den gönderilen delegeler arasında Ahmed Hulûsi Efendi de bulunuyordu. Kongreye İzmir vâli ve kolordu komutanı Nûreddîn Paşa başkanlık etmiş ve ilhak tahakkuk ettiği takdirde mukâvemet edebilmek için teşkilât kurulması kararlaştırılmıştı. Paşa, İzmir'in Yunanistan'a verilmesi hâlinde silâhlı bir müdâfaaya kalkışılacağını söylediği sırada Ahmed Hulûsi Efendi büyük bir uzak görüşlülükle kendisine şöyle demişti:

"Paşa! İstanbul işgâl altındadır. İşgâl kuvvetleri İstanbul hükûmeti üzerinde tazyiklerde bulunarak sizi terfian veya memuriyetinizi nakil sûretiyle İzmir'den uzaklaştırırlar. Çünkü buradaki hıristiyan unsurlar işgâl kuvvetleriyle temas hâlindedirler. Sizin burada fiilî mukâvemet için girişeceğiniz her hareketi onlara bildirirler. Onlar da hükûmete tesir ederek, bu teşebbüsü netîcesiz bırakırlar. Bakınız Rum papazlarından metropolit Hrisostomos daha şimdiden bu şehrin fahrî vâlisi gibi hareket etmeye başlamış ve Yunan işgâlinin hazırlıklarına girişmiş bulunmaktadır."

Ahmed Hulûsi Efendinin söyledikleri çok geçmeden gerçekleşti. Nûreddîn Paşa azledilerek yerine vâliliğe Kambur İzzet, kumandanlığa da emekli paşalardan Nâdir Paşa tâyin edildi.

Ahmed Hulûsi Efendi ise, İzmir Redd-i İlhak Kongresinden döndükten sonra memleketin elîm bir âkıbete sürüklenmekte olduğunu görerek derhâl yoğun bir teşkilâtlanma çalışmasına girişti.Onun bu faâliyetlerini Denizli mutasarrıfı Fâik Bey (Öztırak) şöyle anlatmaktadır:

Ahmed Hulûsi Efendi, benimle çok uzun ve mahrem görüşmelerde bulundu. Denizli sancağının kazaları olan Acıpayam, Buldan, Sarayköy, Tavas ve Çal'da bilhassa müftüler ve müderrislerle eşrâfın rehberlik ettiği heyetlerin teşkîlini temin ettiğini söyleyip, artık mukadder olan Yunan işgâli önünde neler yapılması îcâb ettiğinin şimdiden düşünülüp lüzumlu tedbirlerin alınmasını teklif ve tavsiye etti. Bugün daha iyi anlıyorum ki, müftü efendinin sözlerinde hiç bir imkânın gerçekleşmesi şartı yoktu. Yapılması gereken vatanın istiklâli ve haysiyeti îcâbıydı. İlmi, irfânı, ahlâkı ile muhitin hürmet duyduğu muhterem şahsiyeti, sancağın her tarafında sevilen ve sayılan adamdı. Ahmed Hulûsi Efendi çok zor şartlar altında vazîfeye çağırdığı kimseleri meziyet ve husûsiyetleriyle çok iyi takdir ederek tâyin ve tespit etmişti. O müstesnâ günlerin bendeki en derin intibaı şudur: Çok güç şartlar altında girişilecek hizmetlere lâyık mânevî rehberler bulur ve onların telkinleri kalp ve vicdanlarda ümit izleri meydana getirebilirse elde edilemeyecek güzel netîceler, ufukların ardında demektir. Ben Ahmed Hulûsî Efendinin mübeccel ve muhterem varlığında bu ebedî hakîkatın en muhteşem misâlini görmüşümdür."

Bu arada beklenen fecî âkıbet gerçekleşti. İzmir 15 Mayıs 1919 Perşembe sabahı Yunanlılar tarafından işgâl edildi. Acı haber Denizli'ye ulaştığı zaman irkilmeyen, ümitsizlikle yıkılmayan tek insan Ahmed Hulûsi Efendiydi. Çünkü o, mukadder sonucu biliyor, din, vatan ve nâmus için neler yapılması gerektiğini düşünmüş bulunuyordu. İzmir'in işgâli üzerine ilk iş olarak Denizli'de bir protesto mitingi tertipledi. Müftülük dâiresinin yakınındaki bir câmide bulunan Sancak-ı şerîfi asılı bulunduğu yerden tekbirler ve salât ü selâmlar ile indirdi. Etrafında şehrin ileri gelen şeyh ve imâmları olduğu hâlde câminin etrâfında bekleşen kalabalığın önüne geçti. Kalabalık Belediye Meydanına doğru yürümeye başladı. Tekbir seslerini işiten halk, işini gücünü bırakarak Belediye Meydanına koşuyordu. Müftü Hulûsi Efendi meydanı doldurmuş bulunan Denizlililere hitâben ağlamaklı bir sesle şöyle konuştu:

"Hemşehrilerim!.. Karşımıza çıkarılan düşman daha dünkü uşaklarımızdır. Biz onlara mağlûb da olmadık. Bu düşman her kim olursa olsun Türk'ün ve Müslümanlığın son müstakil yurdu olan topraklarımızı da elimizden almak istiyor. Bizler şimdiye kadar esir yaşamadık ve yaşayamayız. Silâhımız yoksa sapan taşıyla düşmana karşı çıkmak ve onu tepelemek her Türk ve Müslümana farz-ı ayndır. Fetvâ veriyorum. Silâh azlığı veya çokluğu mühim değildir. Birçok ülkelere hükmetmiş Fâtihlerin torunlarıyız."

Sözü sık sık tekbirlerle kesilen ve son derece heyecanlı geçen miting, Denizli halkının düşmana mukâvemet için hazır bulunduğunu ve şehrin muhterem müftüsü Ahmed Hulûsi Efendinin emir ve direktiflerine uyacaklarını göstermişti. Fakat Ahmed Hulûsi Efendi yalnız Denizli için değil, bütün civar, vilâyet ve kazâları da içine alan bir millî mukâvemet hareketi meydana getirmek istiyordu. Bu sûretle Aydın ve Nazilli'ye emin adamlarından birkaçını göndererek onlarla temasa geçti. Müftü Efendinin faâliyetlerini yakından tâkib eden Denizli Rumları ise; "Onun sarığını başına dolayacağız." diye haber göndermekteydiler. Ancak kahraman Denizli müftüsü bu tehditlerden korkacak ve din ve nâmus müdâfaasından geri duracak bir kimse değildi. Bizzât kendisi Dinar'a ve Afyonkarahisar'a gitti. Bu bölgelerdeki diğer müftü, vâiz ve müderrislerle temasa geçerek silahlı çeteler teşkil edip, ilerleyen Yunan kıtaları karşısında bir mukâvemet cephesi meydana getirmek husûsunda onları harekete geçirdi. Bu bölgede efeler, yedek subaylar, mütekaid (emekli) subaylar ve halktan herkes mahallî müftülerin idâre ettiği teşkilâta kaydolunarak kısa zamanda harbe hazır vaziyete getirildiler.

Hazırlıklarını tamamlayan Hulûsi Efendi, Yunanlıların Nazilli'ye girmeleri üzerine emrindeki kuvvetle derhal harekete geçti. Nazilli'de bulunan Yunan kumandanı üç-beş bin kişilik bir kuvvetin üzerine geldiğini haber alınca derhal mevziini terkederek Aydın istikâmetine çekildi. Müftü Hulûsi Efendi kumandasındaki milis kuvvetleri Nazilli'yi kolaylıkla ele geçirdiler. Fakat burada durmayarak Aydın'a doğru gerilemiş bulunan Yunan kuvvetlerinin takibine başladılar. Nazilli'de ve yol boyunca uğranılan her köyde toplanan halka, heyecanlı nutuklar îrâd eden Müftü Efendinin emrindeki kalabalık gittikçe artıyordu. Bu nûr yüzlü din adamına karşı herkes büyük hürmet, îtimâd ve muhabbet besliyordu.

Ahmed Hulûsi Efendi bu gayret, şevk ve inançla Aydın'ı Yunanlılardan geri almaya muvaffak oldu. Bundan sonra artan kuvvetlerin idâresi işini kumandanlık vasıfları iyi bilinen Demirci Mehmed Efeye bıraktı. Ancak bu sırada toparlanan Yunanlılar büyük kuvvetlerle gelerek Aydın'ı tekrar işgâl ile büyük katliamlarda bulundular.

Bundan sonra bölgede tam bir ölüm kalım mücâdelesi başladı. Ahmed Hulûsi Efendi bizzât bir nefer gibi çarpışmalara katıldı. Verdiği vâzlarla da topladığı gönüllülerle milis kuvvetlerini devamlı destekledi. Böylece Denizli bölgesinde Yunan ilerleyişine set çekti. Bu müdâfaa hattı olmasaydı. Ankara'nın, düzenli askerî birliklerin kurulmasını sağlayamadan Yunan birliklerinin eline geçmesi işten bile değildi.

Ahmed Hulûsi Efendi Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra gelişen siyâsî olaylara karışmamış ve geri kalan ömrünü Allahü teâlâya tâat ve ibâdetle geçirmiş, gençlere dîn-i İslâmı öğretmeye çalışmıştır. 22 Kasım 1931'de yetmiş yaşının içinde fâni hayâta vedâ etti. Denizli kabristanındaki kabrinin sağ cephesinde "Millî mücâdelenin ilk alemdârı Denizli Müftüsü Ahmed Hulûsi Efendi burada medfûndur" diye yazılıdır. Ahmed Hulûsi Efendi'nin beş oğlu ve bir kızı vardı. Soyadı kânununun çıkmasından sonra âile "Müftüler" soyadını almıştır.

Ahmed İzzet Efendi

Çal müftüsü. Millî mücâdele mücâhidlerinden. Denizli'nin Çal ilçesine bağlı Süller köyünde doğdu. 1952 (H.1372) yılında vefât etti.

Küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline başladı. Önce köyünde, sonra da Denizli'de ilim tahsîline devâm etti. Bu yıllara dâir hayâtı hakkında fazla mâlumat yoktur. Onun hakkında bilinenler daha çok Anadolu'nun işgâli yıllarına âittir.

14 Mayıs 1919'da İzmir'in işgâli ile memleketin acılar içine düştüğü yıllarda Ahmed İzzet Efendi Çal'da müftü olarak vazîfe yapmaktaydı. Halkın ne yapacağını şaşırdığı o karanlık günlerde pekçok defâ Çarşı Câmii şerîfinde, hükûmet önündeki meydanda dînî nutuklar söyledi. Halkı mukâvemete teşvik etti. Kendisine gelenleri ümitsizliğe kapılmadan teşkilâtlanmaya sevketti.

Kaymakam Fazlı Güleç ise; "Müftü Efendi, şer'an üzerine düşen vazîfeyi yapmıştır. Bu bâbta benim de hakk-ı kelâmım vardır. Beni dinlerseniz ordularımız dağılmış, silâhı elinden alınmıştır. Askerlerimiz cepheleri bırakmıştır. Bu sebeple Müftü Efendinin söylediklerini yapmak, düşmanı gazaplandırmaktan, neticede ise onların ayakları altında perişân olmaktan başka bir işe yaramayacaktır." diye ona karşı çıkıyordu.

Bunlara karşılık Ahmed İzzet Efendi kendi ifâdesiyle sözlerini şöyle nakletmektedir: Gözlerimiz görerek, bedenimizde can varken, kendimizi ve mukaddesatımızı düşmanın yed-i habîsine, kirli eline terk ve vatana ayak basmalarına tahammül edemeyeceğimizi, behemehal müdâfaa tertibâtı almamız lâzım geldiğini, silâhsız ve vâsıtasız da olsa düşmana karşı koymaklığımızı, evvela bizleri sonra evlâd-ü iyalimizi şehîd etmeden memleketimize düşman giremeyeceğini, hattâ hepimizi şehîd etseler bile, Allahü teâlânın izni olmadan düşmanın bu topraklara ayak basmasının mümkün olamayacağını söyledim.

Ancak fikir birliği tam hâsıl olmadığı için bu hareket bir müddet için netîcesiz kaldı. Ahmed İzzet Efendi kendi köyü olan Süller'e gitti. Bu sıradaki hâlini ise şöyle anlatmaktadır: Bir müddet köyümde kaldım. Burada kendi kendimi hesâba çektim. Kalbim bana; "Bu bapta sen haklısın, ısrar et, cenâb-ı Hakk'ın vâdi yerini bulacaktır." diyordu.

Ahmed İzzet Efendi bundan sonra fiilen düşmana karşı koyma hareketine katıldı. Önce Ali Kurt köyüne gitti. Burada 25-30 kişilik bir çeteye sâhib olan Dede Efe'yi düşman üzerine harekete geçmeye iknâ etti. Buradan Denizli'ye geldi. Müftü Ahmed Hulûsi Efendiyi görerek kendisine fikirlerini anlattı. Ahmed Hulûsi Efendi çok memnun olarak kendisini tebrik etti. Sonra mutasarrıf Fâik Öztırak'la görüştü. Faik Beyin; "Çâresiz vaziyetteyiz. Böyle bir durumda bir kaymakam, bir mutasarrıf ve bir vâli ne yapabilir?" sözleri üzerine fevkalâde celallenen Ahmed İzzet Efendi; "Fâik Bey! Kaymakamlık, mutasarrıflık ve vâlilik, milletle kâimdir. Millet cayır cayır yanmaya başladı. Biz buna seyirci kalamayız. Ne yapacaksanız yapınız. Ben kudretim nisbetinde bu uğurda bir vazîfe almaya geldim." cevâbını verdi.

Ahmed İzzet Efendi bundan sonra düzenli birlikler kuruluncaya kadar teşkil ettiği milis kuvvetleriyle bizzat savaşlara katıldı. Ahmed Hulûsi Efendi ve Demirci Mehmed Efe ile birlikte hareket etti. Yunanlılara ağır kayıplar verdirdi. Elinde tüfek olduğu hâlde birliklerinin en önünde çarpışmalara iştirak etti. Namaz vakitlerinde emrindekilere namazı kıldırıyor sonra yine en önde ileri atılıyordu. Bu hâli ile bölge halkının gönlünde taht kurdu. Yediden yetmişe herkesin sevgisini, saygısını kazandı.

Bu savaş esnâsında Ahmed İzzet Efendinin köyü de yağma ve tahrib edilenler arasındaydı. Köyü basan işgâl birlikleri Ahmed İzzet Efendiyi aramışlar, bulamayınca evleri ve değirmenlerini ateşe vermişlerdi. İşgâlin kalkmasından sonra mahallî hükümet Ahmed İzzet Efendinin zararını on bin altın olarak tespit etti. Bu vakâyı haber aldığı zaman Ahmed İzzet Efendi şöyle demiştir: "Bu kadar serveti ve hattâ cânı fedâ etmeden dâvâyı tahakkuk ettirmek ve Allahü teâlâya tam kulluk etmiş olmak mümkün değildir. Önemli olan vatan ve milletimizin, nâmus ve mukaddesâtımızın kurtulmuş olmasıdır."

Ahmed İzzet Efendi, Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra ömrünü büyük bir tevâzu ve ferâgat hissi içinde yaşayarak geçirdi. Muhitinin ve çevresinin fakir insanlarına karşı bütün varlığını sarfederek hizmete koştu. Yardımlarıyla birçok kâbiliyetli gencin, okuyup yetişmesini sağladı. 1952 yılında ebedî âleme göçtü.

ARAB DEDE (Hacı Dede)

Yaşadığı devir hakkında bilgi bulunamayan Arab Dede halk arasında Hacı Dede olarak da bilinmektedir. Hayatını İslâmiyeti yaymakla geçirmiştir. Kabri, Denizli'nin Sarayköy ilçesinin Duacılı köyünde su deposu yanındaki Sivri Tepe üzerindedir. Bölge halkı tarafından ziyâret edilmektedir.

AVDAN BABA

On birinci yüzyılda yaşayıp Anadolu'nun Türkleşmesinde ve İslâmlaşmasında rol oynayan mücâhid velîlerden. Doğum ve ölüm târihleri bilinmemektedir.

1071 Malazgirt Meydan Muhârebesinden sonra Oğuzların o târihe kadar Anadolu'ya yapmış oldukları akınlar ondan sonra yerleşme şeklinde kendini göstermeye başlamıştı. Anadolu'ya gelen Türkmenler, bozkır kültürü ile yetişmiş olduklarından, daha ziyâde kendilerinin yaşadıkları şartlara elverişli toprak arayarak dağlık bölgeleri bırakıp ovalara yerleşiyorlardı. Başlangıçta Kızılırmak kaynaklarından Kütahya'ya kadar uzanan Orta Anadolu'nun geniş ovası, Türklerin yerleşme yeri oldu. Akabinde bu fetihler Ege bölgesini de içerisine aldı.

Yirmi dört Oğuz boyuna mensup insan kümeleri, Anadolu'nun dört bir yanını yeni köy ve kasabalarla süsledi. Yıllarca zulüm altında ezilmiş olan Anadolu'nun yerli halkı, İslâmiyetin güzel ahlâkı ile bezenmiş bu yeni misâfirlerine karşı öyle pek sert davranmadı. Onlara yalnız halkı soyan ve menfaatlerine halel gelen derebeyleri ile, bunlara bağlı adamlar karşı çıkıyorlardı.

Rivâyete göre Denizli bölgesine gelen bu Türkmen cemâatlerinden biri de Avaraslar idi. Avaras Obasının başında asıl adı Ali olan ve Avdan Baba denilen mücâhid bir zât bulunuyordu. Avdan Baba, obanın savaşta lideri, dînî konularda da rehberi idi. Herkes bilemediği mevzûu ondan sorup öğrenirdi.

Avdan Baba, Denizli'nin Tavas ilçesi yakınlarına geldiğinde kalabalık bir hıristiyan birliğine rastladı. Oymağına bir kez daha cihâdın öneminden bahsetti. Sonunda savaşta ölürse buraya defnedilmesini ve sebât edip geri çekilmemelerini, nihâî zaferin kendilerinin olacağını bildirdi. Oymağı, bu konuşmayı ağlayarak dinledi. Çünkü bu sözler onun şehîd olacağını belirtiyordu. Gerçekten Avdan Baba bu çarpışma sırasında şehîd düştü. Ancak müslümanların sebat ve gayretiyle zafer kazanıldı.

Avdan Baba'nın şehîd düştüğü yere derhâl bir türbe ile bir zâviye yapıldı ve burada bir köy vücuda geldi. Nitekim kurulan bu köy de Avdan adını aldı. Bugün türbesini ziyâret edenler, Avdan Baba'nın rûhunu vesîle ederek cenâb-ı Hakk'a duâ etmekte ve nice arzularına nâil olmaktadırlar.

Bir gün türbenin bahçesinde yer alan ağaçların tutuşması ile büyük bir yangın çıktı. Avdan Baba'nın türbesinin de yangından kurtulmasına imkân yok gibiydi. Köylüler büyük bir üzüntü ile yangını seyrederken diğer tarafdan da kerâmetini görsek diye ümitli bir bekleyiş içerisindeydiler. Tam bu sırada ters yönden esen bir rüzgâr yangını türbeden uzaklaştırdı ve yangın zarar vermedi.

BEDİRHAN BEY

Hangi devirde yaşadığı bilinmeyen Bedirhan Bey'in kabri, Denizli Acıpayam'da, Çameli yolu üzerinde ismini verdiği Bedir Köyü civârında olup, yaya olarak çıkılabilen bir tepenin üzerindedir. Bölge halkı tarafından ziyâret edilmektedir.

DEYNEKLİ BABA

On ikinci yüzyılda Anadolu'nun fethi için bölgeye gelip şehîd olan gâzi dervişlerden olduğu sanılmaktadır. Türbesi Denizli'nin Babadağ ilçesinin Demirli Köyü mezarlığı kenarındadır. Bölge halkı tarafından ziyâret edilmektedir.

HACI OSMAN NÛRİ KEPENEK

1903'te Denizli'de doğdu. İbtidâî, Rüşdiye ve İdâdî mekteplerini bitirdikten sonra bir süre baba mesleği olan dericilikle ve ticâretle meşgûl oldu. Mûsâ Mahallesi Câmiinde fahrî olarak imam hatiplik yaptı. Bu işlerin yanında bölgedeki kıymetli hocalardan tasavvufa âit bilgiler aldı. Bir müddet sonra bölgeye gelen Seyyid Muhammed Hafîd Arvâsî hazretlerinden uzun yıllar ders aldı, hizmetinde bulundu.

Mürşidinin kızıyla da evlenip akrabâlık şerefine kavuştu. Ömrünün sonuna kadar dükkanında ve evinde sohbet edip halka İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatan Osman Nûri Efendi, 1981 yılında istirahat etmek üzere gittiği Bursa'da vefât etti. Nâşı Denizli'ye getirilerek asrî mezarlıktaki türbesine defnedildi. Türbesi sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir.

HACI ŞAM DEDE

Yaşadığı devir hakkında bilgi yoktur. Hayır ve iyilik timsâli fakat günahkâr bir kimse iken kalpten yaptığı tövbe ve istiğfar ile yüksek derecelere kavuştuğu, halk arasında anlatılmaktadır. Diktiği kuru bir çubuğun yeşermesi kerâmeti meşhûrdur. Merkez Tekek köyü mezarlığı içindeki türbesi, Denizli'de çok ziyâred edilen yerlerdendir

HASAN FEYZİ EFENDİ

On dokuzuncu yüzyılda yaşayıp, Denizli civarında halka İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatan Nakşibendî şeyhlerinden Hasan Feyzi Efendi 1885 yılında vefât etmiştir. Türbesi Denizli'nin Kuşpınarı mahallesinde kendi yaptırdığı câminin yanındadır.

HÜSEYİN HULÛSÎ EFENDİ (Üzüm Dedesi)

1838'de İzmir'in Bayındır ilçesinde doğmuştur. Gençliğinde çıkrık imalatçılığı yapmış ve bilinmeyen bir sebeple hapishâneye düşmüştür. Hapis hayâtının son günlerini geçirdiği Denizli hapishânesinden çıktıktan sonra tövbe edip Nakşibendî şeyhlerinden Hacı Hasan Fevzi Efendiye talebe olmuş, kısa zamanda yetişip kemâle ermiştir. 1907 yılında vefât eden Hüseyin Hulûsi Efendinin türbesi Denizli'nin Akkonak mahallesindeki dar bir sokakta, bahçe içindedir.

KARACAAHMED SULTAN

Hayâtı hakkında bilgi yoktur. Aydın'da en çok ziyâret edilen yerlerden biri olan Karacaahmed Sultan'ın kabri, Zafer mahallesinde Eski Nazilli caddesi üzerindedir.

KOYUN BABA

Denizli'nin İslâm orduları tarafından fethi sırasında bölgeye gelip yerleşen Horasanlı gâzi dervişlerden olduğu rivayet edilmektedir. Türbesi Denizli'nin Kale İlçesinin Çamlarca (Teyner) köyünün aşağı Mahallesi Koyun Baba mevkiindedir.

MECNUN DEDE

Gerçek ismi tespit edilemeyen Mecnun Dede, Selçuklu Türklerinin Anadolu'da İslâmiyeti yaymak için cihad ettikleri yıllarda şehid verdikleri gâzi dervişlerdendir. Türbesi Denizli'nin Babadağ İlçesine bağlı Hisar Köyündedir. Mecnun Dedenin savaşırken kullandığı baltası, gürzü, gürz askısı yanında, tesbihi ve bayrağı da türbesinde sergilenmektedir.

SULTAN SARI BABA

İslâmiyeti yaymak için Horasan'dan Anadolu'ya gelen velîlerden. Doğum ve vefât târihleri kesin bilinmemekte olup 13. yüzyılda yaşadığı tahmin edilmektedir. Türbesi Denizli'nin Sarayköy ilçesinin Tekke köyünde olup yörenin en çok ziyaret edilen yeridir.

ŞA'BÂN DEDE

Anadolu'nun fethinde bulunan Selçuklu gâzi dervişlerinden. 1097'de Bizans şehirlerinden olan Lodikya'nın alınması sırasında yapılan savaşlarda şehîd olmuştur. Denizli Merkez Irlağanlı Kasabası Tekke Mevkiindeki mezarlıkta bulunan türbesi, yöre halkı tarafından ziyâret edilmektedir.

ŞEYH MEHMED ŞİRVÂNÎ

Denizli evliyâsından. On sekizinci yüzyılın sonlarında Şirvan'ın Zerdab köyünde doğan Şeyh Mehmed Şirvânî, zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsil etti. Bir çok beldede halka İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp talebe yetiştirdikten sonra Denizli'ye yerleşti. 1851 yılında vefât etti. Türbesi Denizli Merkez Ilbadı mahallesindeki eski büyük mezarlığın ortasındadır.

ŞEYH ELVAN

Denizli evliyâsından. Türbesi Denizli'nin Çal ilçesinin Şeyh Elvan köyü mezarlığındadır. Bu köyün Şeyh Elvan'dan gelen ismi, Kocaköy olarak değiştirilmiştir.Türbe yöre halkı tarafından ziyâret edilmektedir.

UZUNCA HAYREDDÎN

Horasan'dan Anadolu'ya gelip İslâmiyeti yayan gâzi devişlerden. Denizli Sarayköy'de yaşamıştır. Evliyâ Çelebi Denizli'nin ziyâret yerleri arasında Uzunca Hayreddîn türbesini de sayar. Kabri, Sarayköy'de olup ziyâret edilmektedir.